“Zaman”, hayata dair sayfasının ilk yazısı olmalıydı şüphesiz. Varlığı ile yokluğunun, hızlılığı ile yavaşlığının, anlamı ile anlamsızlığının en tartışma konusu olduğu durum olsa gerek. Bilime, felsefeye, tarihe, psikolojiye ve sosyolojiye ilham kaynağı olan bu husus, kültüre ve sanata da ilham olmadı mı? Şimdi hepsine nasıl dokunmuş bir bakalım,  hem de dilimiz döndüğünce irdeleyelim.

Zaman halbuki kendi halinde ilerliyordu. Biz ona anlam yüklüyorduk. Bazen “ne kadar hızlı geçtin” diyor, bazen “neden geçmiyorsun” diyorduk. Bir nevi Einstein’in Görelilik Teorisine (İzafiyet Teorisi) atıfta bulunurcasına. https://tr.wikipedia.org/wiki/G%C3%B6relilik_teorisi Zaman bükülüyor muydu gerçekten, hemde biz bunu hissedercesine. Bunu hissetmek imkansız elbet ama evren mikro düzeyde yansıtıyor bir şekilde. Işık hızına yaklaşırsak zamanı durdurabilir miyiz? Öyle ya böyle diyordu üstad. Peki bu teoriyi şöyle de almaya ne dersiniz. Sadece varsayalım bir an. Zamanı durdurmak istediğimiz o anda ışık hızına ulaşmak, aslında çok şey yapma, çok yol kat etme anlamına gelecektir. Bu durumda bir zaman diliminde bir çok şeyi yapma ve böylece o anda daha fazla kalma hissiyatı verecek. Peki çok hızlı olup, çok şey yapmak, kısa zamanda bolca kaldığını hissetmek ne kadar tatmin edici olur? Çok şey yaparak, zamana çok şey sığdırarak yaşamayı tercih edebiliriz, ama bunu yaparken hayatı ıskalayıp ıskalamadığımıza mutlak bakmak gerekli, yaptığımız şeyi hızlı yapacağız diye keyfinden olmamak gerekli. Ne yaparsan yap, nasıl yaparsan yap, ama en güzelini yap..

Şarkılara konu olan bu “zaman” için en güzel cümle de şu değil miydi: “Zaman bir türlü geçmezken yıllar hayatlar nasıl geçiyor”. https://www.youtube.com/watch?v=lh4lMzVcM8A İşte bu nokta çok önemli, eskiden “günler geçmezken yıllar nasıl geçiyor” derken, sanki artık “bu aralar zaman çabuk geçiyor, gün başlıyor ve bitiyor, hafta başlıyor ve bitiyor, ay başlıyor ve bitiyor, dün yılbaşı kutlarken bugün yeni bir yıl daha gelmiş” deyiveriyoruz.  “Zaman akıp gidiyor, dur demek olmaz”, zaman bir yanılsamadır ve onunla savaşılmaz değil mi, umudunu kaybetmek olmaz o halde, çünkü umudunu kaybedecek kadar zamanın yok. https://www.youtube.com/watch?v=lRMgvLF0YWs  

“Zaman geçmiyor” ile “çabucak geçiyor” arasındaki farkın yaştan kaynaklandığını düşünüyor musunuz? Sanki bana böyle geliyor. Yaş ilerledikçe artık zamanı tutamaz hale geliyoruz. Yaş ilerledikçe meşgalelerin artması sonucu işleri  zamana sığdıramamaya başlıyor ve sonra kendimize, sevdiklerimize zaman ayıramadıkça zamanı kaybettiğimizi daha çok anlıyoruz. Bu şiiri hatırladınız mı? “Böyle olsun istemezdik..” https://www.siir.gen.tr/siir/b/behcet_necatigil/sevgilerde.htm .  Yaş ilerledikçe az zaman kaldı telaşıyla daha çok şey yapma çabasında zamanın hızlıca aktığını görüyoruz. Ve yine de zamana yetişemiyoruz. Oysa çocuklar için öyle mi, zamanı düşünmüyorlar bile, farkında değiller, nasılsa zaman uzun onlar için. Zaman konusu da, nasıl geçtiği de önemli değil onlar için. Kirlenmemiş beyinlerinde herşeyin en safını en güzeilini düşünüyorlar. Hep söylenir ya, çocuklar en doğal varlıklar, onlar gibi olmalıyız ve aslında belki de hep çocuk kalmalıydık, biz büyüdük ve kirlendi dünya.

Oysa herkes için aynı geçiyordu zaman. Ortak zaman birimleri çerçevesinde herkes için aynı geçiyordu. Kimseye torpil yapmıyordu. Genci yaşlısı, kadını erkeği demiyordu, herkes için aynı geçiyordu. Ama biz yüklüyorduk anlamı ona. Çok sevdiğimiz anda kalma isteği, o zamanın çabucak geçti gitti düşüncesini getiriyordu. Hiç sevmediğimiz bir anı yaşarken ise bitse çabucak derken sanki saniyeler geçmez oluyordu.  Tüm bunlar işte düşüncelerimizde saklıydı. Fikret Kızılok söylemişti işte “zaman zaman işte o zaman” aklımıza gelenler, düşüncelerimizi oluşturacak, düşüncelerimiz ise bizi bir duyguya yönlendirecek. https://www.youtube.com/watch?v=7CVfzEFbynQ

Ezcümle, zamanı tutamayacağımızı anladık ve bir şey daha gördük ki zamanı nasıl algıladığımız bizim düşünce sistemimizle ilgili. O halde gerçekten bu anda kalma olayını kendimizi vermeliyiz. Anda kalmak andan keyif almak en azından zamanın farkına varmak, zaman için üzülmekten daha faydalı olacaktır. Sonradan keşke dememek için de önemli. Ve o anda yavaş kalmak, o anı özümsemek, içselleştirmek ve hissetmek… Bu duygularda anda kalmaya yardımcı olacaktır. Carpe Diem felsefi var değil mi, tam da bunun için. Anı yaşamak ve günü yaşamak üzerine. 

Yeri gelir ki zaman her şeyin ilacıdır, yeri gelir ki zaman bize fısıldar “bana bırak” der.. Yeri gelir zaman unutturur, yeri gelir zaman hatırlatır.  Zaman içinde olduğun an ile anlamlı, zaman bir yanılsama, zaman bazen bir lütuf bazen ise bir lanet gibi.. Bazen yanında seni destekler iyileştirir, bazen düşman gibi, geçtikçe tüketir. 

Ve şöyle demişti üstad; zaman bekleyenler için çok yavaş, korkanlar için çok hızlı, yas tutanlar için çok uzun, sevinenler için çok kısadır.. 

Ve unutma her şey gibi zamanda böyle, sen varsan var zaman, sen yoksan yok.. Zamanı tutamazsın o halde zamanı yaşa… Çünkü her şey yaşadığın, gördüğün kadar..

Sevgilerimle, sağlıcakla kalın…

                        Olcay KOCA, 06.06.2024, Perşembe  

 

 

  • Mevhum : gerçekte olmayıp var sanılan, var diye düşünülen.
  • Görelilik teorisiAlbert Einstein‘ın çalışmaları sonucu önerilen ve yayınlanan, özel görelilik ve genel görelilik adlarında birbirleriyle ilişkili iki teorisini kapsar. Özel görelilik, yer çekiminin yokluğunda tüm fiziksel fenomenler için geçerlidir. Genel görelilik, yer çekimi yasasını ve bu yasanın diğer doğa kuvvetleri ile ilişkisini açıklar. Astronomi de dahil olmak üzere kozmolojik ve astrofiziksel alem için geçerlidir.
  • Carpe diem, Latin edebiyatının ünlü ozanı Horatius’un bir dizesinde geçen gününü gün et, zamanın tadını çıkar, günü yakala, anı yaşa veya günü yaşa gibi anlamlardaki özdeyiştir.
  • Meşgale: Uğraşı
  • Ezcümle: belli başlı, başlıca olarak, örnek olarak, örneğin.

Loading

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir