The English Game

Yeni bir dizi önerisi tekrar karşınızdayım. Uzun zamandır yazısını yazmak için aklımda olan dizi 6 bölümlük, hap gibi bir dizi. Bir sezon olarak yayınlandı, ortalama 50 dakikalık bölümlerden oluşmakta ve futbolun tarihine dair notlar içermekte. Daha o zamanlar bile futbolun sadece futbol olmadığının keşfedilebildiği bir dizi.

Araştırdığım zaman futbolun doğuşuna dair bir çok rivayet okumakla birlikte, dizi Büyük Britanya açısından konuyu ele almakta. 1870’li yıllarda kurallarının oluşturulması ve bir organizasyon şeklinde ele alınmasıyla  aristokratların sporu olarak doğduğu anlatılmakta. Oyunun oynanma evresinde herhangi bir yüksek maliyet gerektirmemesi, bir top, bir kale ve insanlardan oluşan yapısıyla işçilerin de oynayabilmesine imkan vermesi sayesinde futbol kısa zaman içinde yayılmaya başlamıştır.

Dizi karakterlerinden en önemlileri, aristokratlar tarafında Arthur Kinnaird ve işçiler tarafında Fergus Suter yer almakta ve futbola duydukları sevgi ile aristokratlar ve işçilerin aynı noktada buluşabileceğinin dersini vermektedirler.

Dizinin başrolünde ise üç takım var: Aristokratları temsilen Old Etonians, işçi sınıfını temsilen ise Darwen FC ve Blackburn Rovers

Gerçek yaşamda da; Arthur Kinnaird, Britanyalı futbolcu ve Federasyon Başkanı. FA Cup finallerinde 9 kez oynamış olan Kinnaird, finallerde en çok oynayan oyuncu olma rekoruna sahiptir. Kinnaird aynı zamanda FA Cup finallerinde Wanderers ekibiyle 1873, 1877, 1878 yıllarında, Old Etonians ekibiyle, 1879 ve 1882 yıllarında toplamda 5 kez kupa kazanmıştır. 1890 yılında The FA başkanı olup ölümüne kadar 33 yıl görev yapmıştır.

Fergus Suter ise futbolun yeni başladığı dönemde aynı zamanda bir taş işçisi olan İskoç futbolcudur. Profesyonel futbolcu kimliğinin ilk örneği olarak bilinir. Glasgow’da doğmuştur ve burada Partick kulübü için futbol oynamıştır. Daha sonra İngiltere’ye gidip Darwen ve Blackburn Rovers’da oynamıştır.

Sadece bir futbol dizisi değil, aynı zamanda dönemin sosyolojik yapısını da ele almasıyla bir dönem dizisi olarak da karşımıza çıkıyor ve bu haliyle izlenme yelpazesini arttırıyor. 

Bana hissettirdiği duygulara geçmeden önce küçük bir de eleştiri yapmadan edemeyeceğim. Bilmiyorum plan 6 bölümde bitirmek üzerine mi idi ama, detaylara daha fazla girilebilir, sezon olarak olmasa bile bölüm olarak arttırılabilirdi. Çünkü bazı konularda ve sahnelerde öyle hızlı geçiliyor ki, aslında biraz da daha detaylandırılarak duyguların derinliği daha net verilebilirdi.

İlk ve orta öğrenimini futbolcu olma hayalleri süsleyen, bu yolda çokça da efor sarf etmiş biri olarak tabii ki de bendeki etkisi farklı oldu. Aristokratlar tarafında da olsa, işçiler tarafında da olsa, futbolun ne kadar yelpazesinin geniş olduğunu bir kez daha gördük. Her tarafa hitap edebilen bir oyun. Dizi bir nevi sporun endüstrileşme aşamalarına da bu kısa sürede gösteriyor. Para kazanma aracı olması, izlemenin bir değeri olduğu ve taraftarları arasında çıkan kavgalarıyla sadece bir oyun olarak kalamayacağının ilk kıvılcımlarını gösteriyor.

Aristokratlar tarafından olan Arthur Kinnaird’ ın futbolu sadece zenginlerin oyunu gibi tutamayacaklarını, futbolun eninde sonunda yayılacağını anlatması ve herkes ile paylaşılarak oynanması gerekliliğine vurgusu etkileyici idi. Ve tabii ki işçiler tarafında Fergus Suter’in futbola olan sevgisi ve futbolu geliştirme üzerine kafa yorması ilk taktiklerin oluşmasına yol açmış.

Bu dizi vesilesi ile futbolun başlarda “Amerikan Futbolu” vari sahaya dizilen, birbirine iterek kakarak ilerlemeye çalışılan oyundan, şimdinin pasa dayalı oyununa nasıl evrildiğini net bir şekilde görebiliyoruz. Dizinin sonunda ise futbolun kazanması, dostluğun kazanması ve önemli olanın hakkını vererek, güzel oynayarak keyif almak gerekliliği ortaya çıkıyor.

Dizinin fragmanına da buraya eklemek de fayda var.

Bu kadar futboldan bahsedince bir kaç cümle ile de kendi futbol hayatıma değinmek istiyorum izninizle. 8-9 yaşlarında lisanslı ve amatör şekilde başladığım ve üniversiteye gidene kadar severek ve isteyerek emek harcadığım dönemler. Bu geçen yaklaşık 10 senede her hafta ortalama 3 gün antrenman ve okul hayatı ile birlikte sürdürülen zorlu bir süreç. Değişik yaş gruplarında maça çıkarak geçirilen hafta sonları. Antrenmandan geç gelinen akşamlar ve sabah erkenden okulda olma zorunlulukları. Galatasaray, Beşiktaş, Fenerbahçe antrenmanlarına katılma şansı elde etmek, maçlarında formlarını giyme onuruna sahip olmak. Çok ama çok güzel günler. Bir gün bile istemeyerek yaptığım olmadı, tam tersi hayat enerjisi veren günler. Şampiyonluk kovalayarak geçirilen yıllar ve en sonunda elde edilmiş bir şampiyonluk ve şampiyonluk sevinçleri. Bir işi yapmanın keyfinin yanına, başarmış olmanın verdiği inanılmaz haz.  Güzel günlerdi.

Şuraya arşiv bırakmak adına bir kaç fotoğraf bırakmakta fayda olabilir  🙂

           

Sonrasında tabii ki futboldan kopmadık. Halı saha maçları ile her daim futbol sevgimizi sahalara taşıdık. Üniversite yıllarında bazen hafta 2-3 maç yaptığımız günler. Halı sahaya oynamak için arkadaş aradığımız günler. Turnuvalara katılarak başarılı ve başarısız olduğumuz günler. Sonra iş hayatında halı saha maçlarına devam etmek ve hala aşkla sevmek, oynamayı istemek ve maçları dört gözle beklemek. Futbol izlemesi biliyorum keyifli, ancak futbol oynamak başkadır başka…

                                                             

Futbol ve nostalji bir dolu yazı oldu. Geleceğe not bırakma fırsatı da oldu benim için.

Tekrar görüşmek dileğiyle

Sevgilerimle…

Olcay Koca

12 Mart 2022, İstanbul

Loading

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir