Yine bir geç kalmışlık hikayesi, değeri sonradan anlaşılan bir dahi daha. Tüm şiirleri, yazıları öldükten sonra ortaya çıkan ve okudukça o dönemin en sevileni olan şair. O bunu yaşarken hissetmedi şüphesiz. Bu yazımda etkili olduğu kadar ilginç bir hayat hikayesi olan Emily Dickinson’ı konu alan diziyi anlatmaya çalışacağım sizlere.
Diziye geçmeden önce, Emily Dickinson’in gerçek yaşam hikayesine bakmakta fayda var. 1800’lü yıllarda yaşamış Amerikalı bir şair (1830-1886). Yaşadığı dönem itibari ile kadınların neredeyse hiç bir hakkının olmadığı, ancak buna rağmen üretmekte karar kılmış, çölde açan gül misali yaratıcılığını geliştirmiştir. Bu gelişim evresinde 1800’den fazla eser ortaya çıkarmıştır. Tabii ki bu kadar fazla eser çıkarmasında, yaşamının son yıllarında neredeyse inzivaya çekilmesinin ve kendisini odasına kapatmasının etkisi büyüktür. Neredeyse ölümüne kadar olan son 20-25 yılını odasında tek başına geçirmiştir. Bu uzun süren inziva döneminden olsa gerek, çeşitli kaynaklarda, doğrulanamayan bir çok rivayetler sebebiyle bu yaşamı neden tercih ettiği bilinmemektedir. Kaynakların bir çoğu şiirlerinden yola çıkarak sebep-sonuç ilişkisi kurmaktadır.
Diziye gelecek olursak, 2018 yapımı dizi 3 sezondan oluşmakta ve her sezonda 10 bölüm mevcuttur. Her bölüm yaklaşık 30 dk sürmekte. Hiç sıkılmadan izleyeceğiniz hap gibi bir dizi diyebiliriz. Bölümlerin kısa olması, dönem dizisi olması ve oyuncularında katkılarıyla diziyi beğendiğimi belirteyim. Bir solukta bitireceğinize eminim.
Biraz önce de bahsettiğim gibi dizi belirli açılardan Emily Dickinson’ı ele almıştır. 1.sezon hemen hemen gerçek hayat hikayesine yakın ilerlerken, 2. ve 3.sezon daha kurgusal olarak planlanmıştır. Zaten senaristler de bunu dizide ifade etmiş, hayal gücünü de kattıklarını gizlememişlerdir. Çünkü yaşamının son yılları tam bir muammadır. 2.sezon başı itibari ile tamamen şiirlerinden yola çıkarak senaryolar üretilmiştir. Bu da dizi için ayrı bir güzellik katmış diyebiliriz. Sahnelerin şiirlere göre yol aldığı, şiirlerin tam yerli yerinde anlam kazandırıldığı bir yapıt olmuş. Bu açıdan etkileyici olmuş, ancak son sezon olan 3.sezon biraz zorlama olmuş (dizinin zaafı), artık senarist üretmekte zorlanmış. 2 sezonda bitirse daha efektif olacağını düşünüyorum.
Emily’nin hayatını okuyup, diziyi izlerken bir anda siz de kendinizi Emily neden böyle bir hayat seçmiş olabilir diye düşünürken bulabilirsiniz. Neden bir insan yaşamının önemli bir bölümünü tek başına yaşamak ister? Tahminen 30’lu yaşlarda elini eteğini bu dünyadan çekmiş görünüyor, sadece şiirleriyle yaşıyor.
Dizi bu durum için bazı çıkarımlar yapıyor. Kadın-erkek eşitsizliği, savaş sürecinin var olması, Emily’nin cinsiyet yönelimleri ve duygusal gel gitlerine fazlaca dem vuruluyor. Emily’nin yaşantısına bunlardan tabiki bir tanesi etki etmedi, hepsi bir arada etkili olmuştur.
Daha da açacak olursak, Emily erkeklere tanınan haklardan kadınların mahrum kalmasından oldukça rahatsız. Babası özellikle şiirlerinin yayınlanmasına gösterdiği tepki ile Emily’i adeta kıskaca alıyor.
Emily yaşadığı yoğun duygu durumlarından ise olumsuz etkileniyor. Bu etki onun şiir yazmasının önüne set koyuyor adeta. Böylece dış yaşamdan kendisini koruma sürecine itmiş olabilir. Bir sahne bu durumu şu cümleler ile çok güzel betimliyor “şiir yazamaz oldum, çünkü onu düşünmekten kendimi alamıyorum. Her şey bana ilham olurken, şimdi kendimi tamamen ona odaklamış durumdayım.”
Bu sürecin içinde karşılıksız aşk hikayelerini de ilave edebiliriz. Kimi kaynaklar lezbiyen ilişkisinden bahsederken, kimi kaynaklar ise aşık olduğu kişinin evli olmasından dolayı karşılıksız bir aşk hikayesinin onu yalnızlığa ittiğini yazmaktadır.
Gönül hikayesi, erkek hegemonyası, savaş zamanı ve sürekli yazma isteği… Tüm bu nedenler onu 25 yıl bir odaya kapatmış, sürekli üretmiş, sürekli yazmış. Sonunda ise arkasında bir sandık ve sandık dolusu şiir ve yazı bırakmış. Yazıların şiirlerin üzerinde de bir not ile ölmüş, ” hepsi yakılacak”.. Ölümünden sonra kardeşi bu yazıları bularak basılmasını sağlıyor ve dahi gün ışığına çıkıyor.
Sonuç olarak inzivaya çekilmeden önce gerçek ulaşılabilir veriler, Emily Dickinson’un küçüklükten itibaren çok zeki, farklı ve tuhaf olduğunu belirtiyor. Zaten dahiler de hep farklı değil midir?
“Dahiler her zaman ince bir çizgidedirler, hayal ile gerçek arasında , normal ile delilik arasında”..
Madem bu kadar bahsettik, güzel bir şiiri ile yazımıza son verelim.
bilseydim sonbaharda olacağını bu işin
yazı bir yana iterdim
yarı kızgın yarı gülüşle
ev kadınlarının sinekleri kovduğu gibi
bir yıl içinde buluşacağımızı bilseydim
ayları yumak yapardım
ayrı ayrı dolaplara doldurur
günlerini beklerdim
şayet asırlar unutsaydı gelmeyi
onları elime dolardım
parmaklarım durana kadar
geçmiş günlerin içinde
bilseydim ne zaman biteceğini ömrün
ikimizin ömrünün
onları bir meyve kabuğu gibi soyar
tadlarına bakardım.
Fragmanını da buraya iliştiriyorum. Şimdiden iyi seyirler dilerim.